Son 7-8 yıldır bütün dünyada tıp âlemini bir D vitamini çılgınlığı kapladı. Hastaların ve hekimlerin çoğu bu on yıllardır bilinen hormona özel bir önem vermeye başladı. Adı vitamin olarak geçse de D vitamini aslında steroid yapıda bir hormon. En önemli kaynağı güneş ışınlarıyla kişinin kendi derisinde yapılan sentez. Yani yeterli güneş ışığı alan bir kişide çoğu zaman ağız yoluyla ayrıca D vitamini alınması gerekmiyor. Ve özellikle kemiklerin gelişimi ve sağlamlığını devam ettirmesi için çok önemli bir madde. Bu hormonun eksikliğinde çocuklarda raşitizm, erişkinlerde ise osteomalasi denilen ve ileri derecede kemik yapı bozukluklarına neden olan hastalıklar gelişebiliyor.
Ancak 2011 yılı sonrasında bazı hekimler D vitamininin ön planda yalnızca kemikler için gerekli bir hormon olmadığını; D vitamini eksikliğinin kanser ve kalp hastalıkları başta olmak üzere depresyon, bunama, şişmanlık gibi pek çok hastalığa davetiye çıkardığını iddia ettiler. Bu moda akım –D vitamini çılgınlığı- işi öyle ileri götürdü ki tarih öncesi çağlarda dinozorların yok oluşunu bile bu hormondaki eksikliklere bağlayanlar oldu. Uzman komiteleri kan tahlillerindeki D vitamini eksikliği için yazılan sınırları yukarılara çektiler. Bunun sonucu bütün dünyada –kısmen yapay- bir D vitamini eksikliği pandemisi (dünya çapında yaygın salgın hastalık) gelişti, aslında konuyla ilgili şikâyeti olmayan milyonlarca kişi D vitamini eksikliği tanısı ile takip edilmeye başlandı.
Bu akım sonucunda yalnızca ABD’de D vitamini satışları 6 yılda 9-10 kat arttı. D vitamini tahlili en çok istenen beş test arasına girdi ve tahlil-ilaç toplam yıllık maliyet 1.5 milyar dolara ulaştı. Yani kapitalist sistem D vitamini çılgınlığından yalnızca ABD’de yılda 1.5 milyar liralık ek bir ciro gerçekleştirdi. Üstelik bu tedavi olan hastaların(?) çoğunun da önemli bir klinik yakınmaları yoktu. Bu arada bu hastalığı ön plana çıkaran önde gelen bilim adamlarının bir kısmının da D vitamini ile ilgili laboratuar ve ilaç firmalarıyla yıllardır belirli çıkar ilişkileri içinde olduğu ortaya çıktı.
Konuyla ilgili soru işaretleri geçtiğimiz ay yaklaşık 26 000 kişi üzerinde yapılan bir çalışmanın (VITAL *) sonuçlarının yayınlanmasıyla büyük ölçüde açığa kavuştu. Bu çalışmada insanlara D vitamini verilmesinin kalp hastalıkları ve kanser gelişimine etkisi araştırılmıştı. Çalışma sonuçları D vitamini eksikliği olmayanlarda günde 2000 Ünite D vitamini tedavisinin kalp hastalığı ve kanser yönünden insanlarda beklenen faydayı sağlamadığını gösterdi. Yani bazı “ünlü” hekimler tarafından son zamanlarda en önemli besin takviyesi olarak gösterilen mucize ilaç, aslında yalnızca geçici bir “moda” idi.
Şüphesiz D vitamini kas-iskelet sistemi için çok önemli bir hormon ve özellikle 20 ng/ml altındaki değerler uygun şekilde tedavi edilmeli. Ancak tedavinin muhtemel zararları da düşünülerek gereksiz tetkik ve tedavilerden kaçınılmalı.
* https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa1809944